29 Mayıs 2015 Cuma

kendi ağırlığının 10 katı ağırlığını taşıyan karıncaların üstüme basıp geçtiği dönemin tam ortasındayım, bir karıncanın bile incittiği tek insan olmak ödülü, bilmem kaçıncı noter huzurunda bana veriliyor, ama resimlerde yine de gülüyorum
yazık...
içime atılan her beton yeşillikleri azaltıyor, kaçak yapılar aldı başını gidiyor
yıkım, direniş, haykırış...
içim;
bir şehrin saatte bir toplu taşıma aracı giden, asgari hayatların yaşandığı tek katlı evler diyarı, her türlü pislik mevcut, şüpheli gelecekler, şüphesiz acılar
kuşların avlandığı değil de, beslendiği bir ülke de görüşmek dileğiyle.

27 Mayıs 2015 Çarşamba

hatıralarda hatrı sayılır hatalar bıraktım, 40 yıllık kahvelerimi içip içip kustum. Üstüme yakışmayan bütün gülüşlerimi gönlü fakir insanlara ülkenin adalet sistemini aratmayacak şekilde böldüm, parçaladım hatta zaman zaman yok ettim!
büyük düşünür olmaktı hayalim, büyük üşenmekten ileri gidemedim.
hayatın en muhkem yerlerinde olaylara karşı donakaldığımda
kendimi bir kitabın içinde buluverdim, bir şeyi açıp kapatmak her zaman işe yarardı ne de olsa
vucüdum da ki damar ağını tasvir ediyorum da, bizim evin salonu için güzel bir halı deseni olabilirmiş,
bu gidişle giderse tüm umutlarım evde kalacak,
tüm ümitlerim elde kalacak
sen iyisi mi süpürge etme hayata yüreğini
ben el de avuçta ne varsa gönlüne endeksledim..

6 Mayıs 2015 Çarşamba

Kelimeler ağzından çıkamayınca içine içine söylüyorsun, kendi kendine söyleyip kendi kendine dinliyorsun, içini söküp parçalayıp yırtıyorsun, annene vermek istiyorsun sonra toz bezi yapsın diye. Zaten benim içimden olsa olsa toz bezi olur. Hıçkıra hıçkıra ağlıyorsun gökyüzüne bakarak, gözyaşların tuzlu su gibi yakıyor gözlerinin beyazını, gökyaşları çeneye inmeden kuruyor, sesin çatallaşıyor, insanlar o sesten sabah kahvaltılarında zeytin, peynir yiyorlar. Zaten benim sesim anca meze olur insanlığa. Ben bu acıları seviyormuşum, içimi acıtmayı seviyormuşum, insanlar sevgimi sahte bulup bu hüznümü bile bile istediğimi düşünüyorlar. Ben türküyü seven biriyim, ben düğünlerde ortadan çıkmayan biriyim, ben bir masaya oturduğumda kahkahadan konuşamayam adamım, ben sevdim mi bir insanı olduğu gibi seven adamım, ben yemeklerde bile acıyı sevmeyen bir adamım
bu şairâne ruhum acıyla yoğrulcaksa bırakın ben odun kalayım!
Ben böyle seviyorum, sizin sevginizin tarzı ve şiddeti beni ilgilendirmez benim sevgim hakkında yorum yapmaktan vazgeçin, düşüncelerinizi içinizde tutun!

#6kelimelikhikayeler

Amerikalı Ernest Miller Hemingway romancı, kısa hikâye yazarı ve gazetecidir. Kısa ve gösterişsiz yazı tarzı ile bilinir.
Efsane o ki herhangi sıradan bir gün, bir cemiyet toplantısında, onu çekemeyen edebiyatçılardan birisi Hemingway'e ne derece yetenekli olduğunu sorar, Hemingway ''Senin hayal bile edemeyeceğin kadar.'' diye yanıt verir. Bunun üzerine muhatabı ona, 10 kelimeyi geçmeyen, etkili bir hikaye yazıp yazamayacağını sorar. ''Eğer bunu yazmayı becerebilirsen, ve buradaki herkesi derinden etkilersen yeteneklerin önünde saygıyla eğileceğim.'' der. 10 kelimeye bile ihtiyaç duymayan Hemingway 6 kelimelik bir dram öyküsü yazar. Orada bulunan herkesi etkileyen bu hikaye aşağıdaki gibidir.

''Satılık: Bebek Patikleri. Hiç giyilmedi.''




Benim #6kelimelik hikayelerim:

-Soğuk düş alayım belki iyi gelir

-Güneş'e çıkınca bakamam utancımdan, gözlerim kısılır.

-Prospektüssüz doğdu insan, faydasızdı, öldü.

-Gid'erin, gel'irinden fazla, mutluluktan zarar ettim.

-Gecesinden ne gördük, günü aydı Dünya'nın.

-Apartman toplantısındaki aidattım; varlığı, miktarı sorgulanmış

-Ruhu fitti, giydiği acılar tam oluyordu.

-Ben onun büyük salaklığıydım. Salaklığımla kaldım.

-Göremiyordu adam karanlıkta, sopasında buldu hayatını.

-Takla atan güvercindi sevgim, kanadım kırıldı.

-Şansızdı ülkenin Doğu'su, köftesi bile çiğdi.

-Kanguru, yavrusu ölü, heybesi acı dolu.

-Sevda dediler, sevindim. Beni hariç tuttular

-Müziği, lambayı kapat. Sessizlik istiyorum, ölemiyorum

5 Mayıs 2015 Salı

kuşları sabahın ilk saatine kuruyorum, seslerine uyanıp gereğini yerine getiriyorum hayatın

4 Mayıs 2015 Pazartesi

"Gençliğim gülerken, ihtiyarlığım gidiyor başı önde,
Bu dünyaya ne için ve niye gelmiştim hepsini bir bir biliyor ve kendimi anlayıp yorumladıkça utanıyorum.
Yeşilliğin içinde kapkara bir et parçası olmak değil elbette alnıma yazılan ama bu aklı beş karış havadalık tam benim işim.
Papatyalar benim hakkımda ne düşünür bilmem, fakat ben kendimi sevmiyorum şu sıra.
Bakmayın size güldüğüme, kendime hep kızarım!"

1 Mayıs 2015 Cuma

Kelebek sıkılmıştı hep ömrünün kısalığından dem vurulmasından. Oysa ne güzel uçuşu, naif bir tebessümü ve kanatlarında en başarılı modacıların bile tasarlayamayacağı bir kıyafeti vardı.
İnsanların bu denli yok edici olmalarına aklı ermiyordu.
Neden bir kelebek bahsi geçildiğinde bunları biliyor musunuz bülteni gibi ''kelebeğin ömrü 1 günmüş'' cümlesi sarf ediliyordu.
Kelebeğin hayata değer şahaneliği vardı; bu söz konusu bile olmuyordu masalardaki sohbetler esnasında.
Neden hayatta hep yok edilme zamanları ön planda oluyordu dillerde, bir şey terkedilmişliğiyle mi ya da bırakılmışlığıyla mı hatırlanmalı?
yoksa sevgisi ile mi?
Zamanlar kanla mı boyanmalı?
yoksa gök kuşağıyla mı?
Gönüllerde ki güzellikleri görmek yerine neden hep mutsuzluk?
Neden hep insanları mutsuzluğa itme çabası?
bu sorulardan, felsefecilikten sıkıldık!
Cümlelerin en güzeliğini söylemiş şair:
-Dünya'yı güzellik kurtaracak,
bir insanı sevmekle başlayacak her şey.